Vadiye inmeden gözün alabildiği yere, taaa aşağılara dek bakıyoruz. Kış olmasına rağmen, vadi hepimizi derinden etkiliyor. Çevresinden 100-150 m derinliğe çöküvermiş, ortasından kışla birlikte hızı ve debisi artmaya başlamış bir nehir geçen, boydan boya çıplak ağaçlarla süslenmiş bir doğa harikası. O manzaraya bakıp da etkilenmemek, mest olmamak elde değil.
Hani insanoğlu merak etmiyor değil. Aşağıya vadiye inerken hem yeni güzellikleri izliyor, hem de buralar nasıl olmuş diye merak ediyorsunuz. Gerçekten bu vadi nasıl oluşmuş? Hemen yakınlardaki Hasan Dağı’nda oluşan volkanik patlamalarla çıkan lavlar soğurken oluşan yer hareketleri (tektoik) sonucunda bu vadi oluşuvermiş. Söylemesi ne kadar kolay değimli? Dünya bu güzelliği yaratırken ne zorluklar çekti kim bilir? Gel zaman git zaman derken, iklimler değişmiş, karlar olmuş sonra da havalar ısınmış, sular akmış, dereler nehirler derken önceleri Kapadokya Irmağı (Potamas Kapadokus) şimdilerde ise Melendiz Çayı oluşuvermiş. Hasan Dağın’ın eteklerinden doğan bu tarihi çay tüm Ihlara Vadisi’ni aştıktan sonra, Mamasın Barajı’na oradan da çok şımarmadan Uluırmak adıyla Tuz Gölü’nde sonlanır.
Aşağıya, vadiye indiğimizde dik yamaçlarda tüf kayalarına pek çok ev, mezarlık, manastır ve kilise olduğunu öğrendiğimiz yapıların kazıldığını ve yapıldığını görmeye başladık.
İnsanoğlu dünyada hâkimiyetini arttırdıkça, yazı ve kültürü geliştikçe dinsel etkileşimler artmış, yaşamı yönlendirir olmuş. Adem ve Havva derken, Tevrat ve diğer dinler insanoğlunun tarihsel gelişim içinde arayışlarını sürdürmeye devam etmiş gitmiş. Hıristiyanlık doğmuş. Dünyada olduğu gibi Anadolu’da da uzun süre etkinliğini göstermiş. İşte tüm Kapadokya bölgesinde olduğu gibi Ihlara Vadisi de Ortodoks mezhebinin doğuşuna şahitlik etmiş. Sözün kısası o zamanlar bu bölgede yaşayan Hıristiyanlar için hem kendilerinin korumak hem de geliştirmek için etkin bir sığınak bölgesi olmuş. MS 4.yüzyıldan itibaren 100’den fazla taş kilise yapılmış. Günümüze dek 14 tanesi kaldığını anlatan Musti, en güzel olan 3 kiliseyi ziyaret edeceğimizi baştan söyledi.
Ihlara Vadisinde en ünlü kiliseleri Eğritaş, Ağaç Altı (Daniel), Kokar,Pürenliseki ve Yılanlı kiliselerdir. Biz Kokar, Ağaç Altı kiliselerini ziyaret ettikten sonra derenin karşı tarafına köprüden geçip, fıstık ağaçlarının arasından Yılanlı Kilisesi’ne ulaşıyoruz. Gezdiğimiz gezmediğimiz kiliseleri tek tek anlatmaya köşem uygun değil. Ama ben ilginç olanlardan Yılanlı kiliseyi anlatmak istiyorum.
Yılanlı Kilise’nin IX.-XI. yüzyıllar arasında yapıldığı sanılmaktadır. Burada çarmıha gerilen İsa, Kudüs’e gidiş, Meryem’in gömülmesi, Ziyaret, Son Mahkeme, İoannes Prodromos, İoannes Chrysostomos, Çocuk İsa, Havariler, Yuhannes başta olmak üzere İncil’den alınma sahneler tasvir edilmektedir.
Bizans sanatında önemli bir yeri olan haç planlı kiliseler grubundandır. Güneyindeki bir dehlizden kilisenin beşik tonozlu bölümüne geçilir. Kilisenin üzeri beşik tonozla örtülmüştür. Günümüze oldukça iyi bir durumda gelmiştir.
Birçok kilisede olduğu gibi bu kilisenin kuzey duvarının içerisine keşiş mezarları yerleştirilmiş. Batı duvarında yılanların saldırısına uğramış dört günahkâr kadınla ilgili fresklerden dolayı Yılanlı Kilise ismi ile tanınmıştır. Burada dört kadın tasvir edilmekte olup, birinci sahnede freskler tahrip olduğundan ne anlatılmak istendiği anlaşılamamıştır. İkinci sahnede yılanlar çocuğunu emzirmeyen kadının göğsünden, üçüncü sahnede yalan söylediği için kadını ağzından, dördüncü de ise itaat etmediği ve söz dinlemediği için kadını kulağından ısırmaktadır. Geziye çıkmadan önce İzmir Alsancak’ta karşılaştığım Yaşar Üniversitesinde Öğretim Üyesi ve Uluslararası Turizm Rehberi Prof Dr Şadan Gökovalı Hoca birinci sahnede de kocasına ihanet eden bir kadının edep yerinin yılanlar tarafından ısırıldığını anlatmıştı.
Bu güzelim kilise ne yazık ki fresklerinin özellikle yüzlerinin ve göğüslerinin sol taraflarının oyulmuş olması dikkat çekiyor. Her geçen gün arık Freskler de tanınmaz hale gelecek. Korunması için mutlak önlem alınmalı. İnsanoğlunun ulaşamayacağı şekilde kafeslerle ya da camlarla engellenmeli diye düşünüyorum.
Melendiz Çayı’nın kenarından Vadinin aşağısına doğru yürüyoruz. Ihlara Vadisi’nin bitki yapısı da çok ilginç ve görülmeğe değer. Özellikle Göcek yöresinde selvi (servi) denen kavak ağaçlarının bolluğu dikkat çekiciydi. Bu yörelerde her doğan erkek çocuk için 40 kavak ağacı dikilirmiş, evleneceği zaman kesilir satılırmış. Delikanlının düğünü de böylece garanti altına alınırmış. Güzel bir alışkanlık değil mi? Keşke tüm Anadolu’da geçerli olsaydı. Ayrıca Vadide ceviz, fıstık gibi meyve ağaçları ile söğüt ağaçlarının Vadide oluşan rüzgâr hareketlerinin etkisiyle çıkardıkları sesler ile Melendiz Çayı’nın çıkardığı sesler en ünlü müzik kompozitörlerine esin kaynağı olacak güzellikteydi.
Doğa, insan, tarih ve sanat olgusunu bu denli bir araya getirebilen Ihlara Vadisi’ni yarılayınca bir restorana oturduk ve güzel bir öğle yemeği ile kendimizi ödüllendirdik. 9 kilometrelik yürüyüşün sonunda 12-13 kilometrelik Ihlara Vadisi’ni tamamlayıp Selime Köyü’ne ulaştık. Selime Köyü ile derenin karşısındaki Yaprakhisar ‘ı çevreleyen peri bacalarının gün batımında oluşturduğu kızıllığı görmemek elde değildi. Köyün içinden geçip de Katedrale geldiğimizde akşam karanlığı basmıştı. Katedral kapalı olduğu için ziyaret edemedik. Ziyaretimizi bir başka geziye bıraktığımızda evinin önünde, kapıda “bir daha gelin” “çok gelin” diyen yaşlı bir teyzenin kameraya poz verişini kaydetmeden geçemedik. Gelecek haftaya gezimize devam etmek dileklerimle, kendinize iyi bakın.
Dr Nurettin Demir
17.02.2010
Not: Göcek Gazetesi’nin “Sığla” köşesinde 18.02.2010 tarihinde yayınlanmıştır