Suat’ın ortasında sobası olan küçük ama sempatik restoranında ev yapımı mantıları yedikten sonra yapılan çay ikramı yorgunluğumuzu aldı götürdü. Göçerlerin geri kalanını beklerken restorandan ayrıldık ve Göreme sokaklarında dolaşmaya başladık. Adeta elle yapılmış gibi duran konik tepecikler ve peri bacalarında oluşturulan ilginç evler, konutların onlarcası hemen karşımızdaydı. Şehir merkezinde olduğu gibi başınızı kaldırdığınızda da gözünüzün alabildiğince irili ufaklı oyulmuş pencerelere, evlere bakmaktan enselerimize ağrılar giriyordu.
Nevşehir’e 10 km uzaklıkta olan Göreme gerçekten tarihi, ilginç ve değişik doğal yapılarından etkilenmemek elde değildi. Şapkalı ya da şapkasız konik volkanik tepelere, peri bacalarına takılmışken bu doğa harikası nasıl oluşmuş diye düşünmemek elde değildi. Gelmeden önce araştırmalardan öğrendiklerimi sizinle paylaşmak isterim. Dünyanın oluşum sürecinde, küresel buzlanmanın en yoğun olduğu ve insanoğlu atalarının dünya yüzünde ilk kez görülmeye başladığı Geç Pliyosen dönemde özellikle Erciyes Dağı’nın volkanik patlamalarıyla 10.000 kilometrekarelik bir alanı tüf tabakasıyla kaplamasıyla oluşmuş. Daha sonra Erken Pleistosen dönemde ise andezit ve bazalt lavları ile kaplanmıştır. Bunun sonucunda, yumuşak tabakalar, “peri bacaları” olarak adlandırılan oldukça düzgün konik tepeler ve havanın-iklim etkisiyle oluşan değişimlere dayanıklı düzensiz kütleler biçimlenmiştir. Ve bugünkü “peri bacalarıyla” ünlü Kapadokya bölgesi oluşmuş.
1976’da “Kapadokya Genel Koruma Projesi” ile koruma altına alınmış Kapadokya-Göreme Millî Parkı, Orta Anadolu’da Nevşehir ili ile Avanos ve Ürgüp ilçeleri arasındaki 40 kilometrekarelik alanı kaplamaktadır. 1985’de UNESCO Dünya Miras Listesine aldığı Göreme Vadisi, eskiden etkin olan volkanik bölgede yer alan aşınmış bir platoymuş.
Bir gün önce yağan karların daha da sevimleştirdiği çevreyi de seyrederken ağrıyan enselerimizi rahatlatmak için sokaklara baktığımızda Göreme sokaklarının beton taşlarla döşendiğini, temiz ve düzenli olduğu dikkati çekiyordu. Sokak ve caddelerde pek Göreme’li görünmüyordu. Ancak Uzakdoğu Asya’dan, özellikle Kore ve Japon’dan turistlerin epey yoğun olmaları beni ayrıca sevindirdi.
Sokaklarda yürürken turistik dükkânların halı, el işlemeleri ve yöresel diğer ürünlerin sergilendiği kolayca görülüyordu. Otelimize giderken yol üzerinde oturakları karla kaplanmış bisiklet, motosiklet ve 4 tekerlekli motor parkları dikkatimizi çekenler arasındaydı. Bir caddeden bir sokağa döndüğünüzde karşınızda bir kilise, şapel ile karşılaşıyorduk. Bunlardan biride otelimize yakın Yusuf Koç Kilisesi tabelasıydı. Adını görünce şaşırmıştım. Buranın ne kadar yoğun bir dinsel geçmişi olduğunu daha ilk saatlerden anlayabiliyordunuz. Merak bu ya? Neden Yusuf Koç kilisesi? Musti “Yusuf Koç Kilisesi adını içinde bulunduğu bağın sahibinin adından almaktadır. Çapraz tonozlu, haç planlı, iki apsisli, dört sütunludur. 11. yüzyıl yapısıdır”. Sema söze karıştı “… ne diye okuycan, adam olacan, nede buluş muluş yapacan. Alacaksın bir bağ, içinde kilise, olacaksın meşhur. Tarihe geçeceksin” diye takıldı.
Göreme ne zamandan bu yana yerleşim merkezi olmuş?
MS 4. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar sürekli iskân gören bölgede oldukça uyumlu bir kırsal görüntü ortaya çıkmıştır. Özellikle, “peri bacaları” olarak adlandırılan konik tepecikler ve kaya yüzeyleri oyularak kiliseler, şapeller ve çeşitli işlevler için kullanılmış mekânlar biçimlenmiştir. Hıristiyan dininin yasak olduğu dönemlerde bu mağaralar sığınma yeri, konut, depo ve ibadet mekânları olarak kullanılmıştır. Günümüzde yılda yaklaşık bir milyon kişi tarafından ziyaret edilen bölgeye gelerek biz Göcek Göçerleri hem sayısal artışa hem de yöre turizmine küçükte olsa bir katkıda bulunmuş olduk. Hasan Dağı ile Erciyes Dağı arasında yer alan Kapadokya- Göreme Milli Parkını gördüğüm ve yakından inceleme olanağı bulduğum için şimdiden çok mutlu oldum. Öncelikle ülkemizin güzel, tarihi ve turistik yerlerini gezmek, oralarda yıllardır oluşan kültürü yaşamanın hazzını ve mutluluğunu şimdiden hissetmeye başlamıştım.
Otelimize yaklaştığımızda artık akşam yaklaşmış, hafif kararmaya başlamıştı. Çevrenin karla kaplı olması değişik bir aydınlık hissi veriyordu. Hani ay dolunayda olduğunda doğanın güneş tutulmuş gibi yarı aydınlık olduğuna benzer görünümdeydi. Göçerlerin Göcek grubu Önde, Nilgün Saral, İsmet Dim ve Esra Öğretmen yolculuğu tamamlamış eşyalarını odalarına taşıyorlardı. Kaptan Önder’de yorgunluk belirtileri olsa da diğerleri Göreme’ye gelmekten çok mutluydular.
The Flintstones Cave Hotel’in önündeki yüzme havuzu, oyularak oluşturulan otele pek yakışmamıştı. Belki kış olduğu için böyle düşünüyorum ama yine de bu tarihi ve doğal çevrenin yeni, sözüm ona çağdaş yapılarla çirkinleştirmemesi gerekir. Havuza yakın restorana girdiğimizde epey yabancı ve yerli turist vardı. Sempatik ve sıcak bir ortamdı. Çayımız ve sohbetimizi sürdürürken Göçerlerin üçüncü partisi kızım Başak Saral, Deniz, Ceylan Kaynar ile Deniz ve Alp Akbaş’lar da gelince yemeğe geçtik. Göçerlerin Göreme’de buluşmuş olmanın en derin sevinçleri gözlerinde okunuyordu. İlyas Saral gemi nedeniyle son anda iptal etti. Emre yarın sabah bizimle olacak.
Tatlı yorgunluğumuzu, kayalara oyulmuş odalarda 4. yüzyıl insanlar gibi doğanın ana kucağında yatmak üzere odalarımıza doğru yollandık.
Gelecek hafta Göreme’nin ünlü vadilerinde doğa ile baş başa olmanın heyecan ve sevincini paylaşacağım. Kendinize iyi bakın.
Dr Nurettin Demir
13.01.2009
Not: 14.01.2010 tarihli Göcek Gazetesi “Sığla” köşesinde yayınlanmıştır.